25 Kasım 2012 Pazar

hayaller üzerine

ya da hayalkırıklıkları.

bir gece ya da sabaha karşı saat 04:46da, sebepsiz yere aklınıza anılar gelir. siz balkonda sigara içiyorsunuzdur esasında. sigaradan bir duman daha çekersiniz ciğerlerinize. içinizde tutar, bir elinizde yanmakta olan sigaraya bir de o yıldızsız gökyüzüne bakarsınız ankaranın o soğuk anlarında.

aklınıza eski sevgiliniz gelir. hiç sevmemiş olduğunuz. ve tüm o sevgisizliğinize rağmen sizi çok seven. hiç sevmemiş olmanıza rağmen kurduğunuz hayaller... ve ayrılmak istediğinizde, bitti dediğinizde size sadece susarak, gözleriyle neden diye sormuş olduğu gerçeği.
sonra konuşur. "beni hiç sevmedin değil mi? ama neden? neden seninle hayal kurmama izin verdin?" cevabını o da biliyordur, tıpkı sizin bildiğiniz gibi. "beni mutlu ediyordu" dersiniz. "bencilsin sen, bütün insanlar gibi." der. "herkes sen çok farklısın diye yalan söyler ya, ben yapmayacağım. kimseden bir farkın yok senin!"

haklıdır, çok haklı. herkes bencildir, herkes kendisini düşünür. biri öldüğünde bile insan "peki ben şimdi ne olacağım, benim hayatım ne olacak?!" diye düşündüğü için gözyaşı döker. sevgi, aşk, nefret... hepsi bir yere kadardır.

hayal kurmak güzeldir değil mi? insanların yapmaktan en çok keyif aldığı şey belki de budur. hayal kurmak. pilates,yoga yaparken bile eğitmeniniz "şu anda akan suları düşünün" gibi cümleler kurarak insanı aslında doğa hayali kurmaya yönlendirir. rahatlamak istediğinizde "şimdi bir dağ evinde olsaydım" gibi şeyler düşünürsünüz. çoğu zaman sevgiye aç insanlar bunlar yerine "keşke ona sarılıyor olsaydım" diye de düşünür.

hayallerde yaşıyoruz. sanki o sıkkınlığımızı geçirebileceğine inandığımız şeylere sahip oluyoruz o an. huzurlu oluyoruz sanki. neye ihtiyacımız var? aşka mı? birinin bizi sımsıkı sardığını düşünüyoruz. paraya mı? çok zenginiz, villamız, lüks otomobillerimiz, bize hizmet eden yardımcılarımız var. dostumuz mu yok? kalabalık bir doğum günü partisi yaptığımızı düşünüyoruz, hediyelerle şımartıldığımız.

ne yazık ki yaptığımız tek şey içmek oluyor. hayalleri kurmak bizi anlık mutlu etse de, onların gerçek olmadığını fark edip hayal dünyasından gerçekliğe geri döndüğümüz o kısacık an bizi esasında çok büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya bırakıyor.

keşkelerimizle birlikte yaşamaya devam ederken dayanamadığımızın farkına varıp bir rakı sofrası kuruyoruz. yanımızda asla gitmeyeceğine inandığımız ya da kötü gün dostu olarak tabir ettiğimiz kişiler oluyor. birçoğumuz o kişilerin de kalıcı olmadığını biliyoruz. buna rağmen, sanki hiç gitmeyeceklermiş gibi tutunuyoruz onlara.

inanmak istiyoruz. güvenmek istiyoruz belli ki. kimseye güvenemeden bir hayat geçiresimiz yok. eşimize bile bir yere kadar güvenebiliyoruz ama. sevgilimize? sonsuz güveniyorum diyen herkes yalan söylüyor. herkesin aklından en az 1 kere "beni aldatıyor mu" düşüncesi geçiyor. çocuğumuza bile güvenemiyoruz. ne demişler hem? "bu devirde babana bile güvenmeyeceksin!"

kazık yiyorsun çünkü. bazen insanlardan bazen kendinden. insanı en çok kendinden yediği kazık şaşırtıyor. "bunu yapacak insan değildim ben" durumu...

bu yazıyı yazacak insan değildim ben. eski günleri hatırlayacak insan değildim. hani en gereksiz zamanlarda ona ait bir şey bulursun ya, eşyalarını karıştırıyorsundur, bir şey arıyorsundur belki. onun sana verdiği şeyleri görürsün. atmamışsındır, kaldırıp koymuşsundur bir kenara. işte orda, onun sana verdiği şeyin eline geldiği an var ya..

işte o an çok fena oluyor.