4 Aralık 2012 Salı

bağımlılıklar

insanlar sizin bağımlı olduğunuzu düşünüyorsa gerçekten öylesiniz demek midir? herkes her zaman haklı mıdır? bu "genel irade" teorisine uygun olmaz mı? sizce gerçekten de "genel irade" teorisini öne süren rousseau haklı mıydı?

herkesin iradesi bir yönde ve siz bu iradeye karşı çıkıyorsanız, onlar sizi hata yapmaktan korumuş oluyor. yani buna genel irade ilkesi deniyor.

peki ya sizin bağımlı olduğunuzu düşünüyorlarsa? ve siz aslında bağımlı değilseniz? sadece buna "ihtiyaç" duyuyorsanız? ah evet pardon, bağımlılar da bağımlılık geliştirdikleri şeye ihtiyaç duyuyorlardır, değil mi?

neye bağımlı olduğunuzu öne sürüyorlar? sevgilinize mi? herkes sevgilisine bağlıdır, bağımlı değil. ama ya o sizin siz olmanızı sağlıyorsa? ya sizi gerçekten sakinleştirebiliyorsa? ya gerçekten o sizin hayatınızsa? ya dünyanız onun etrafında dönüyorsa? insanlar sizi anlamazlar. "bağımlı" der geçerler.

ilaçlara mı? ağrı kesicilere mesela? kodeine? evet, gerçekten hiçbir ağrısı olmadığı halde sürekli gidip ağrı kesici alanlar var. onlara bağımlı deniyor. peki ya dayanılmaz ağrılar çeken biriyseniz? buna gerçek hayatta karşılaştığım biri olmadığı için sadece Doctor Gregory House karakterini örnek gösterebilirim. ama benim gerçek hayatta karşılaşmamış olmam böyle kişilerin olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

bilgisayara? bilgisayar oyunlarına, internete bağımlılık? her gittiğimiz yerde bir check-in yapma durumu, sürekli foursquarede level atlama çabaları, call of dutyde bi klanda olmak için oyunun en iyisi olmaya çalışmak... bunlar gerçekten de bağımlılık mı yoksa insanlardan üstünlük sağlama çabalarımız mıdır?

kahve bağımlılığı? çay? ülkemizde insanların %90ı sürekli çay tüketiyor. çaya ihtiyacımız mı var? misafir geldiğinde neden hemen "bi çay koyayım ben" deyip mutfağa koşuşturuyoruz? ucuz olduğundan mı? "son çayımızı içip kalkalım" deyince ne oluyor? muhabbeti sonlandırıyoruz. çay bizim sohbetlerimizin devamını sağladığı için sürekli çay içiyoruz diye bir sonuç çıkarmak hatalı mı olur? kahveyi inceleyelim. hangimiz saatlerce ettiğimiz sohbetlerde kahve üstüne kahve içeriz ki? günde 5-6 bardak nescafe ya da 3-4 fincan Türk kahvesi içen birinin bunu bütün güne yaydığını farz edersek, bu kişinin gittiği bir ortamda üst üste "bi kahve daha alayım" demesi sizce görülebilecek bir durum mudur?

sigara bağımlılığı? hangimiz içmiyoruz ki demek çok saçma... içenler kadar içmeyen insanlar da var. arada keyif için içiyorum, istediğim zaman bırakırım diyenlerin hepsi yalan söylüyor. sigara bağımlılıktır. bırakabilen kendini akciğer kanseri etmeden, koah hastası olmadan bıraksın. hem paranız da cebinizde kalır.

alkol bağımlılığına geçelim. uzun zamandır günde 1-2 bira içen biri bunu zamanla 3-4e çıkarıyorsa bu artık 1-2 birayla sarhoş olamadığından mıdır yoksa yavaşça alkolik mi oluyordur? kabul edilmelidir ki artık insanların birçoğunun aklına "eğlence" denince clublar geliyor. cluba gittiğiniz zaman verdiği siparişin hiç "sek vişne" olan birini gördünüz mü? martiniler, mojitolar, vişne vodkalar havada uçuşuyor. bara gittiğinizde "bi 50lik" demeden önce aklınıza hiç "acaba çay mı içsem" diye bir soru geliyor mu? hayır, onun ortamı farklı size göre. insanlar neden misafirliklerde hep çay içiyor da, neden 1 kasa bira açılmıyor orada? evet, alkol bağımlılık yapar. alkol bağımlıları da var. gerçek insanlar bunlar. peki alkol bağımlılarının olması, çok alkol alan ama sınırını bilen, yani sürekli alkol aldığı için çakırkeyif olmayan, olursa da çok zor olduğu için çok alkol alması gereken biri alkolik midir?

uyuşturucu bağımlılığı... giderek daha çok artan bir şey değil mi? esrarla başlayalım. ya da diğer isimleri olan ot, cigara. ne deniyordu dur bakayım, "ot bağımlılık yapmaz çünkü doğaldır, kimyasal değildir." evet, tabii. otu içerseniz, kafa yaşarsınız. kafa yaşarsanız bu hoşunuza gider ve tekrar istersiniz. belki bağımlı olduğunuz şey ot olmayabilir, otun kafasına bağımlılık olarak tanımlamaktayım bunu ben. ayrıca bir de dipnot düşeyim. sizin o kimyasal olmadığını sandığınız şeyi ilaçlıyorlar. yani, onda da kimyasallar var artık.
hap? şeker mi deniyordu..? peki ya LSD? asit? üstünde gülen yüz olanlar, soru işareti olanlar, mavi elmaslar, mavi elmas duble gibi mesela... hepsinin ayrı bir kafası var sizin için değil mi? o kafaya ulaştıktan sonra halüsinasyonlar da görüyor musunuz? zaman kavramınızı kaybediyor, eve nasıl gideceğinizi bilmediğiniz için arkadaşımda kalıcam ders çalışcaz diye yalan söylemeye başladınız mı?
kokain? taş. burnunuzdan çektiğiniz ince bir çizginin sizi o kafaya ulaştırabileceğini nasıl tahmin edebilirdiniz ki? kabul edin, artık doyumsuzsunuz. hep daha fazlasını istiyorsunuz, hep daha fazlasına ulaşmak için de hep daha fazla paraya ihtiyacınız oluyor. nasıl kazanıyorsunuz? tabii ki kazanmıyorsunuz. nasıl buluyorsunuz peki? insanların kendisini satmasına kadar gider bu iş.
heroin? peynir. bu noktaya kadar gelmiş birinin artık "ben bağımlı değilim" deme şansı yoktur. damardan mı alıyorsunuz? iğneler, limonlar... bağımlısınız, tebrikler.

normal olmak sıkıcı mıdır? ya da normal olmadığınızı düşündüğünüz için mi uyuşturucu kullanırsınız? uyuşturucu sizin kendinizi normal hissetmenizi mi sağlıyor? normal olmak sıradan olmak demek midir? sıradan olmak mutsuzluk mudur yoksa normal dediğimiz insanların kendilerini uyuşturmalarına sıradanlık adını mı veririz? yoksa insanlar üstümüzde çok baskı kurdukları için kendimizi özgürleştirme çabamız mıdır uyuşturucular?

insanlar, bağımlılık olarak nitelendirilen her şeyden kurtulabilirler. 2 şey haricinde.
1-kendileri
2-özgürlükleri

unutulmaması gereken nokta, ikisine de zaten sahibiz.

"İNSAN ÖZGÜRLÜĞE MAHKUMDUR"
                                                          JEAN PAUL SARTRE

25 Kasım 2012 Pazar

hayaller üzerine

ya da hayalkırıklıkları.

bir gece ya da sabaha karşı saat 04:46da, sebepsiz yere aklınıza anılar gelir. siz balkonda sigara içiyorsunuzdur esasında. sigaradan bir duman daha çekersiniz ciğerlerinize. içinizde tutar, bir elinizde yanmakta olan sigaraya bir de o yıldızsız gökyüzüne bakarsınız ankaranın o soğuk anlarında.

aklınıza eski sevgiliniz gelir. hiç sevmemiş olduğunuz. ve tüm o sevgisizliğinize rağmen sizi çok seven. hiç sevmemiş olmanıza rağmen kurduğunuz hayaller... ve ayrılmak istediğinizde, bitti dediğinizde size sadece susarak, gözleriyle neden diye sormuş olduğu gerçeği.
sonra konuşur. "beni hiç sevmedin değil mi? ama neden? neden seninle hayal kurmama izin verdin?" cevabını o da biliyordur, tıpkı sizin bildiğiniz gibi. "beni mutlu ediyordu" dersiniz. "bencilsin sen, bütün insanlar gibi." der. "herkes sen çok farklısın diye yalan söyler ya, ben yapmayacağım. kimseden bir farkın yok senin!"

haklıdır, çok haklı. herkes bencildir, herkes kendisini düşünür. biri öldüğünde bile insan "peki ben şimdi ne olacağım, benim hayatım ne olacak?!" diye düşündüğü için gözyaşı döker. sevgi, aşk, nefret... hepsi bir yere kadardır.

hayal kurmak güzeldir değil mi? insanların yapmaktan en çok keyif aldığı şey belki de budur. hayal kurmak. pilates,yoga yaparken bile eğitmeniniz "şu anda akan suları düşünün" gibi cümleler kurarak insanı aslında doğa hayali kurmaya yönlendirir. rahatlamak istediğinizde "şimdi bir dağ evinde olsaydım" gibi şeyler düşünürsünüz. çoğu zaman sevgiye aç insanlar bunlar yerine "keşke ona sarılıyor olsaydım" diye de düşünür.

hayallerde yaşıyoruz. sanki o sıkkınlığımızı geçirebileceğine inandığımız şeylere sahip oluyoruz o an. huzurlu oluyoruz sanki. neye ihtiyacımız var? aşka mı? birinin bizi sımsıkı sardığını düşünüyoruz. paraya mı? çok zenginiz, villamız, lüks otomobillerimiz, bize hizmet eden yardımcılarımız var. dostumuz mu yok? kalabalık bir doğum günü partisi yaptığımızı düşünüyoruz, hediyelerle şımartıldığımız.

ne yazık ki yaptığımız tek şey içmek oluyor. hayalleri kurmak bizi anlık mutlu etse de, onların gerçek olmadığını fark edip hayal dünyasından gerçekliğe geri döndüğümüz o kısacık an bizi esasında çok büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya bırakıyor.

keşkelerimizle birlikte yaşamaya devam ederken dayanamadığımızın farkına varıp bir rakı sofrası kuruyoruz. yanımızda asla gitmeyeceğine inandığımız ya da kötü gün dostu olarak tabir ettiğimiz kişiler oluyor. birçoğumuz o kişilerin de kalıcı olmadığını biliyoruz. buna rağmen, sanki hiç gitmeyeceklermiş gibi tutunuyoruz onlara.

inanmak istiyoruz. güvenmek istiyoruz belli ki. kimseye güvenemeden bir hayat geçiresimiz yok. eşimize bile bir yere kadar güvenebiliyoruz ama. sevgilimize? sonsuz güveniyorum diyen herkes yalan söylüyor. herkesin aklından en az 1 kere "beni aldatıyor mu" düşüncesi geçiyor. çocuğumuza bile güvenemiyoruz. ne demişler hem? "bu devirde babana bile güvenmeyeceksin!"

kazık yiyorsun çünkü. bazen insanlardan bazen kendinden. insanı en çok kendinden yediği kazık şaşırtıyor. "bunu yapacak insan değildim ben" durumu...

bu yazıyı yazacak insan değildim ben. eski günleri hatırlayacak insan değildim. hani en gereksiz zamanlarda ona ait bir şey bulursun ya, eşyalarını karıştırıyorsundur, bir şey arıyorsundur belki. onun sana verdiği şeyleri görürsün. atmamışsındır, kaldırıp koymuşsundur bir kenara. işte orda, onun sana verdiği şeyin eline geldiği an var ya..

işte o an çok fena oluyor.

21 Haziran 2012 Perşembe

"1"

1. Evet 1. şaşırtıcı olmayan bir rakam. hepimizin alıştığı, çarpmada etkisiz eleman. asal bile olmayan bir sayı.. yalnızlığın, tek başına kalmışlığın sayısıdır 1. bana hep dışlanmış gibi gelir. zirvedekiler hep 1 kişidir. genelde çok sevilen insanlar değillerdir zirvedekiler. dışlanmış, istenmemiş, hırslanmış insanlar çıkarlar zirveye. kendilerini kanıtlamak ihtiyacındadırlar ve kanıtlarlar da zaten.. kendilerini dünyaya kanıtladıklarını düşünseler de aslında kendilerine kanıtlama ihtiyacındadırlar ve bu ihtiyaç hiçbir zaman bitmez.
hayat tuhaftır aslında. ve bu yalnızlaştırılmış insanlar yalnızlığa alışırlar. kendilerini tanımaya ve anlamaya bol bol fırsatları olduğu için herkesi anlayabilirler. insanlar bir süre sonra onlara sürekli gelip dert anlatır. sonra bu kişiler sıkılırlar.. ve tekrar kendilerini yalnızlaştırırlar.

taa ki 1+1=1 eşitliğini kuracak bir sevgili bulana kadar...

10 Haziran 2012 Pazar

eti cin gülsün dünya gülsün

eti 3 harfli.. 3 harfli tonik...

esasında bugün çok farklı bir konu hakkında saçmalamak niyetindeydim. hatta günlüklerine sevgili günlük diye başlayamayan ipek ongun gençliğini yazacaktım. belki onu da yazarım birazdan derdim  ama uykum var. neyse..

fark ettim ki bloglarımı günlük gibi kullanıyorum. o gün ne olduysa ne bittiyse aklımda birbirleriyle bağlantı oluşturuyor ve ben eğer yazma ihtiyacı hissedersem hemen buraya koşuyorum.

bugünkü konum 3 harfliler...
onlara sahip insanların neler düşündüğünü, nelerden korktuğunu falan hiç düşündünüz mü bilmiyorum. ama bu varlıklar, insanları hamile bırakabiliyorlar. insanlar öldürebiliyorlar, insanlara zararlar verebiliyorlar. işte böyle varlıklar bunlar.

aşık olabiliyorlar size. peşinizi bırakmıyorlar. benim arkadaşlarım arasında 3 harflileri olanlar var. esasında normal insanlar. korkulacak bi yönleri yok. sadece abartılıyor. evet, bazılarının iyi fal baktıkları da bi gerçek. ama bu insanlardan cüzzamlılarmış gibi kaçmak da neyin nesi oluyor?

geçenlerde içelim diyorduk, bi baktım arkadaşım cin tonik içmek istiyor da bi kızarıyor bozarıyor falan.. hayırdır dedim sordum, 3 harfli tonik istiyorum dedi utanıverdi. aynı kişi eti 3 harfli ne kadar diye soruyor bisküvi fiyatını, siz düşünün.

neden? çünkü korkuyor. hayır normal bişeyden korksa korkunla yüzleş der geçersin ama adamın durumunda böyle bişey söz konusu bile olamıyor. e başka çıkar yolu da yok. kalakalıyorsunuz öyle. yobaz mıyım? hayır. ateist miyim? deist miyim? budist miyim? müslüman mıyım? hristiyan olabilir miyim ki? eminim merak edenler vardır. buna cevap vermem. nedeni dinsiz olup olmamam değil arkadaşlar. nedeni, Allah-Tanrı-Rab-God ya da her ne diyorsanız, onunla aramdakinin sadece bana özel olmasıdır.

şunu artık biliyorum. dinle kafayı bozanlar kolayca sıyırıyor. insanın öylesine aklının alamadığı bir konu ki, düşünürken bile sıyırabilme ihtimalin çok yüksek. benimse tek istediğim... eti 3 harfli.

15 Mayıs 2012 Salı

yine finaller yakın..

yine finaller yakın,
toplanıp okulu yaksak
söner mi içimizdeki yangın?
sönmez hocam sönmez
siz anca bizi yakın.

evet nasıl olmuş? olmamış di mi? işte finallerine azcık birazcık zaman kalmış bi kişinin yazdığı birkaç cümleyi okurken, bu kişinin ne kadar sıyırdığını anlamış olmanız gerekebiliyor. finallerine az kalmış bir zavallının durumu aşağı yukarı şu şekildedir:
-sürekli aynı şeyi okuduğu için günlük hayata bunu uygulamaya kalkar
-uygulayamazsa denemeye kalkabilir (aklı başında değil ki zavallının... siz denemeyin)
-yemek yerken kitapla uğraşmadığı için kendini bir müddet yemeğe verir
-daha sonra en güzide yiyeceğimiz yumurtanın kapıda kırılmak üzere olduğunu görür ve iştahı kaçar.
-hayal kurar
-o hayallere ulaşmak için şurda kendimi 15 gün kasıcam diye diye kendini rahatlatmaya çalışır
-beceremez ama yine de okur
finallere girer. sonuç: hoca bıraktı. FF-FD.

o değil de ceza genelden garanti geçmem lazım. mahvoldum mahvoldum. al işte, bak ben de burda saçmalıyorum. peheeyy...

fırtlamak

doğum günü nedir ya? neden herkes "ben bilmem kaç yıl önce anamın şeyinden bu gün çıkmışım iyi ki de çıkmışım" moduna girer? doğduğun günü kutlaman gereksiz değil mi? ilk düştüğün günü kutlar mısın? ayrıca sen doğdun diye ben senle ilgilenmek zorunda mıyım? nedir yani?
doğum günüm yaklaştı diye hep tuhaf tuhaf bakışlara maruz kalıyorum arkadaş. ne alsam acaba, ne ister acaba.. sonra bi "hadi bugün bi tunalı yapalım, bi ankamall gezsek nasıl olur" triplerine giriliyor. amaç ne? ben beğenicem, sen de gidip alıcan di mi, kestirmeyi de bulmuşlar. iyi de ben hediye mediye istemiyorum lan!! anons mu yapayım, söyledim yakın çevreme, herkes de hadi kutlayalım moduna girdi töbe yarabbim. tamam! insanların gönlü kırılmasın, bi yerde toplaşalım, cheesecake keselim, mum olmasın, illa hediye vermek isteyen final sorularını çalsın diyorum bu sefer de dalga geçiyorum sanıyorlar.
ciddiyim la ben!!!
" iyi ki fırtlamışım yiiii-huuuu iyi ki fırtlamışım yiiiiii-huuuuuuu "

O DEĞİL DE GALATASARAY DA ŞAMPİYON OLDU BE, KISKANANLAR ÇATLASIN NAZAR DEĞMESİN.

20 Şubat 2012 Pazartesi

ameliyat

operasyon. ameliyat. adını ne koyarsan koy. kimi için iş kimi için eğlence kimi için vahşet. nihayetinde aslında anestezi, neşter, kan, doktorlar, hasta, ameliyathane ve Allah arasında yapılan bir tiyatro. hayır hayır gerçek. tiyatro değil. ama neden tiyatro olmasın ki? tiyatrocular sahnede işlerini yapar ve sonra kendi hayatlarını yaşarlar. tıpkı doktorlar, avukatlar, mühendisler, öğretmenler ve diğer bütün mesleklerin mensupları gibi. her neyse.. konumuz tiyatro değil, unutmamalıyım. ameliyat..
ameliyat her zaman hastayı germiştir.. sezaryen de bir ameliyattır, hamile kadınlar o ameliyathaneye hasta oldukları için değil hamile oldukları ve bebeklerini kucaklarına almak için giderler. yine de bir korku.. insan dediğin korkar. ben de korktum o ameliyathaneye giderken. ne ameliyat  anılarım vardır benim. hem korkunç hem komik.. ama anlatmama gerek yok ki.
ameliyathaneler korkunç yerler değil aslında. hayat veren yerler. evet biliyorum masada kalanlar oluyor. insanların ölüm yeri oluyor ameliyathaneler. ama en azından narkoz altındasın. acı yok. bi insan böyle de acısız öleceksin korkma diyerek teselli etmeye çalışıyormuş gibi oluyor ama.. yok. amacım o değil. amacım ne biliyor musun? şanslı olduğunu göstermek sana..
ameliyat oluyorum hastalık yüzünden, hastalık şans mı diye soracak olursan.. hayır. şans olan hastalık değil. ameliyat olabilmek. iyileşme umudunun olması. ms hastası napsın? hemofili? aids? öyle hastalıklar var ki bir ameliyat değil bin ameliyat da geçirsen seni öldürmeden bırakmayacak olan.. sen kendi durumunun kıymetini bil derim ben sana. bitecek. geçecek hepsi.. bittikten sonra bu kadar mıydı diyeceksin kendi kendine.. 1-2 haftaya ayaklanacak, 1-2 aya tüm bunları unutmuş olacaksın. sonra? istediğin yerlere gelmek için önünde hiçbir engel kalmayacak. ekler alıp yiyeceksin pasta kraliçesiyle ankarada. tamam mı??

olasılıksızlık

bazı şeyler için olasılıklar söz konusudur ama aslında hayat basittir. ya olur ya olmaz. %50 olasılık. gerçi matematikte 3/8 olasılıklar falan buluyoruz ama.. siktir edelim onları biraz. çünkü hayat hiçbir zaman matematik kadar basit olmadı. matematikte verilenler ve istenenler oluyor. hayatta ise genelde alınanlar ve istenenler olmakta. sonra da herkes hindi gibi düşünüp durmakta "hassiktiiir napcam ben şimdi" diye.
bazı şeylerden kastedilen daha çok ilişkiler oluyor aslında. alışveriş yaparken bir malı alırsın ya da almazsın. %50. ama insanlar? öyle olmuyor. olamıyor. bir kazak alırken "rengini beğendim ama modelini beğenmedim ayy çok kararsızım" kararsızlığının yaşanma süresi en fazla 5 dk oluyor. çünkü seçenek çok. gözüne başka bir şey çarpıveriyor hanım ablamızın, alıyor onu. insanlarda ise söz konusu durum daha farklı. bir insan hiçbir zaman tepeden tırnağa tamamen kötülükle dolu ya da melekleri utandıracak kadar iyi olmamıştır. olamayacak da zaten. yapısı buna müsait değil.. en kötü insan bile sevdiğine zarar vermemek için uğraşıyor. en iyi insan bile onu çok kızdıran ya da kıran bir kişinin başına gelen zor bir durumdan sonra "iyi olmuş, ne demişler eden bulur, ne ekersen onu biçersin" şeklinde konuşuyor ya da düşünüyor.
demek ki neymiş? kimse %100 kötü ya da %100 iyi değilmiş. peki insanlarda iyi-kötü dağılım oranı ne? bilemezsiniz. o zaman ying-yang diyorum. işte bu yüzden bu olasılık konusu çok can sıkıcı hale geliyor. size zarar vermiş bir insanı hayatınızdan çıkarmakta tereddüt etmenizin genel sebepleri, size daha önce çok iyilikte bulunmuş olması, ona çok değer vermeniz vb. olabilir.

A: B, kusura bakma sen bana zarar verdin ben artık seninle irtibat kurmak istemiyorum.
B: Ama ben sana daha önce şu iyiliği yaptım, neler neler yaptım senin için, ilk hatamda üstümü mü çiziyorsun şimdi, bunu hak etmedim ben vsvs.

insanlar bu diyalogu yaşamak istemezler. oysa yaşayın. o insanı sürekli hayatınızda tutup can sıkıntısı yaşayacağınıza, çıkarıverin gitsin. "ama naparım onsuz, o benim her şeyim" diyenleri biraz mantıklı bakmaya davet ediyorum. hadi inceleyelim..

yaşınızın 20 olduğunu ve bu kişiyi 5 senedir tanıdığınızı varsayarsak... (ki hiç önemi yok yaşın ve tanışma sürenizin) 15 senenizi hayatınızda bu kişi olmadan geçirdiniz. ortalama insan ömrünü 70 deyip yine de 40ta kalpten gidebileceğinizi hesaba katarsak da daha en az 20 seneniz var demektir. yani onu unutmak için 20 sene. az mı? değil.

düşülen hatalardan biri de o kişinin her şeyiniz olduğu yanılgısıdır üstelik. değil amına koyim değil lan. her şeyin değil olamaz. bi kere o kişi de fani. sen sırf her şeyin olarak adlandırıyorsun diye ölmeyecek sonsuza kadar yaşayacak mı sandın? ölecek. o öldükten sonra her şeyini kaybetmiş olmayacaksın. tabii aklını kaybetmediğin sürece.

bu yazıyı bu kadar uzattım da ana fikri esasında çok kısaydı. kimse sizden değerli değildir. kimse için kendinizi üzmeyin. ya da bu ana fikri amaçlamıştım ama saçmalamış da olabilirim, olsun ben de burda saçmalıyorum. beni de böyle kabul edin, evet.

25 Ocak 2012 Çarşamba

"ben yarıda bırakmam"

bu cümle çoğu kişinin başını belaya sokmaktadır insanlar fark etmeden. bi işe başlarsınız, bakarsınız boka saracak ama söz vermişsinizdir ya da karakterinizde yoktur bi işi yarıda bırakıp arkanızdan beceremedi dedirtmek. beceriksiz mal olm bu, gerizekalı işte bi halt becereceği de yoktu, bundan bi cacık olmaz tarzı cümleler sizin için kurulsun istemezsiniz çünkü gurur kırıcıdır. gururlu insansınızdır siz de. sorumluluk sahibisinizdir filan..
siktir edin! bakıyorsunuz ki ucu size dokunacak, sizin başınız yanacak hayatınız kayacak, bırakın millet işin içinden nasıl çıkıyorsa çıksın. siz kendinizi sıyırmaya bakın.

24 Ocak 2012 Salı

değer vermek mi? asla!

"birine değer vermek mi? asla!" bu cümle çok tehlikeli bi cümledir aslında. çünkü asla, asla dememek lazımdır. insan egoist bi varlıktır, kendine değer verilsin ister. sen sevgili okuyucu, sana değer vermesini istediğin biri o değeri sana vermezse üzülmez misin? üzülürsün. bu demek değildir ki herkese değer verelim herkesi sevelim. yok öyle bi dünya. hak edeni seveceksin. vereceğin değeri hak etmiyorsa da değer vermeyeceksin, işte o kadar.
peki ya senin değer verdiğin bi insan seni yanlış anlıyorsa? işte en büyük açmaz. o kişinin gözündeki değerini birdenbire kaybetme ihtimalin var. yazdıklarından farklı farklı anlamlar çıkarıyorsa mesela? sana kelimelerin efendisi gibi davranıp seni sürekli mükemmel olmak zorunda bırakıyorsa ve sen hiç onun istediği kadar mükemmel olamıyorsan? biz böyle durumlara siki tutmak adını veriyoruz canım. böyle bayaa bayaa hem de. ((ah pardon, küfürden hoşlanmayan okuyucularım da olabilir. ama benim tarzım böyle, artık bebek gibi konuşan erkek gibi mi görürsünüz beni yoksa vay olm hatuna bak lan mı dersiniz bilemem. o sizin kendi tercihiniz))
neyse.. ne diyordum? mahvoldunuz diyordum değil mi. bir de size kırıldığını falan belirten bi mesaj attıysa çık işin içinden. size güveni de yoksa naparsanız yapın size inanmayacağı için iyice boka sarar her şey.

yanlış anlaşılmak gerçekten kötü bir şey.

aa bi de, insan değer verdiği birini kırmaz. unutmayın.

21 Ocak 2012 Cumartesi

ankara

ankara hakkında yazasım var bu kez. ankara bana öyle şeyler yaptı ki. aslında güzel yerdir ankara. karlar altında olmak ankaraya çok yakışır, birçok şehirden daha çok.
alışveriş merkezleri vardır bir sürü, kentpark, cepa, ankamall, panora falan. sevene çok güzeldir, sevmeyene tam bir işkence.
bi de üniversiteleri vardır. ankarada öğrenci olmak başlı başına bi iştir zaten de, burslu bi öğrenci olmak daha zordur. hele de senin bursunu ortalamaya bağlı tutmuşlarsa ve kesmek için çok uğraşıyorlarsa. tabii hukuk öğrencisi olunca o burs rahat rahat kesilir. istediğimi yazmamış der geçer hoca, olay da orda biter. neye göre puan verdiğini kim nereden bilecek, matematik gibi işlem değil ki. tam anlamıyla yorum işi, işin allaha kalıyor. bb-cb beklediğin derslerden fd-ff alır ve kalırsın. bu ne demek? bursunun kesilmesi demek tabii ki.
bursun kesilirse nolur? okulun mantığına göre sen artık tam para ödemek zorundasındır, gelir kaynağı olursun. peki senin için öyle midir? tabii ki hayır. artık ankarada daha fazla öğrenci olmayacaksın anlamına gelir bu. okulu bırakacaksın demektir. össye kayıt yaptırdıysan össye girip başka bi okula gidiceksin, yaptırmadıysan ananın babanın evine döneceksin demektir.
iyi ki yaptırmışım kaydı zamanında, yoksa mahvolacaktım. kimse de burs vermez bana, kim kimin okul parasını ödemiş ki hayrına zaten?
off. ankara lan, bi git başımdan.

19 Ocak 2012 Perşembe

to be continued

evet anlaşıldığı üzere devamı gelecek.
gelsin mi? e hadi gelsin bakalım. neyin gelsin? hadi alkol olsun konumuz. sarhoşluk olsun. sizce sarhoşluk güzel mi? kendini kaybetmek, ota boka kusmak? bence değil.
sarhoş olmamak lazım. sınırı bilmek iyi bişey, her şeyde olduğu gibi. insan sınırını bilmeden içerse nolur? kendini kaybeder. peki ya kendini kaybederse? kimle yattığının farkında olur mu? olmaz. işte bu yüzden sizi sarhoş etmek isteyenler olur. dayarlar vodkayı dayarlar vodkayı.. daya dayayabildiğin kadar. sonra? sonra sikerler hacı, budur işte.
onu istersiniz ya da istemezsiniz, orasını bilmem. tek bildiğim, hatunu kaldırmak için onu sarhoş etmenin çok aşağılık bi davranış olduğu. resmen abazanlıktan kırılan bi orospu çocuğu davranışıdır bu, başka bişey değil.
tavsiyem, gidin elinizle takılın, kendinizi insan sıfatının dışına çıkarmaktan iyidir.