30 Mart 2014 Pazar

"müstehak"

müstehak arkadaşım.

bizim insanımız çocuğu ağlayınca kıyamayıp bütün parayı çocuğun istediği oyuncağa bayıyor.
bizim insanımız "çok hastayım ühühüü" diye ağlayan dilenciye veriyor parasını.
bizim insanımız yıllardır hem maddi hem manevi sömürülüyor hala yiyor duygu sömürüsünü.
bizim insanımız küfür yiyince kızıyor, biber gazı yiyince gaza gelip daha yok mu diyor.

uzatmayacağım, yazılacak ne kadar cok sey olsa da.

müstehak.

beş dakikalık kahve molası

parçalandı. bir şeylerin kırıldığını duyuyorum. gözlerimi açıp baktığımda, yerler hep kıpkırmızı. şarap kadehi kırılmış. camları toplamak gelmiyor içimden. tam tersi, üstünde zıplamak, camların ayaklarıma batmasının acısını ve mutluluğunu hissetmek istiyorum.

ben sanki bir şey yapacaktım. önemliydi de herhalde. düşünmeye çalışıyorum odaklanamayacağımı bilerek. dikkatimi elim çekiyor, kesilmiş. cam kırıklarını da toplamadım ki. yerde öylece duruyorlar. penceredeki ışık da ne? şimşek miydi o? pencereye koşuyorum, üstümde hiçliğim. camı açıp camdan aşağı bırakıyorum kendimi. bulutlar beni taşır mı?

yağmur beni temizleyebilir mi diye bir soru geçiyor aklımdan. sanki bulutlar kollarına almışlar beni, istediğim o okyanus çizgisiyle ufuk çizgisinin tam arasına götürüp bırakacaklar. denizlere dalsam, nefesim yeter mi? çığlık sesi kimin? okyanusta çığlık atamaz ki kimse. hem burada benden başka kimse yok.

her yer kan. etraf kan gölüne dönmüş. yerdeki ben miyim? benim vücudumun yerde ne işi var? kahretsin, yine odaklanamıyorum. kırmızı bana ne kadar da yakışmış. çıplaklıkla kırmızı bu kadar uyumlu olmamalıydı.

bütün düşüncelerim bir anda netleşiyor. bir kupa americano getirmiş bana. kahvenin kokusu... tam karşımda ise kara köpek gözlerini dikmiş bana bakıyor. sanki neden gelmedin diyor bana, sanki sitemkar, belli ki özür dilememi istemiş. kucağıma alıyorum, burnumda hala içimi ısıtan kahve kokusu. karşımdaki sandalye boş, sigaramı yakıyor biri. bana kahve getirenle aynı kişi olduğunu biliyorum.

sanırım huzurlu bir yalnızlık yaşarken beş dakikalık bir kahve molası verebilirim diye düşünüyorum ama etraf birden kapkaranlık oluyor. tepemde sadece bir spot. etrafımda bağıran insanlar var. "300e şarj et! 350!" "doktor bey nabız alamıyorum!"

anlıyorum ki kahve molası bitiyor. aklımda yine aynı soru.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

27 Mart 2014 Perşembe

dört kahve fincanı

anason kokusu burnuma çarpıyor aniden. oysa elimde biram var, bu koku da neyin nesi? gürültülü bir şekilde bana yaklaşan birileri var. ayak sesleriyle kahkaha sesleri birbirine karışıyor. o sırada birinin bağırdığını duyuyorum bana. "off yavrum gel burayaaa!" sarhoş belli ki, midemi bulandırıyor.

koşuyorum. hayır, eteğim yok. topuklu ayakkabım da. makyajım da yok. üstümde bi V tişörtü var, altımda bol bi eşofman altı, spor ayakkabılarım ve biram. saçımda siyah bişey var, adını yine unutuyorum. sahi adı neydi onun?

her neyse.. bana yetişiyorlar. kahretsin! çıkmaz sokaktayım. şu anda new orleans sokaklarında olmak için her şeyi yapabilirdim. bi mucize diliyorum. allahım ne olur bi mucize olsun! tam karşımdalar, kahkaha atıyorlar bana bakıp. korkuyorum, gözlerim dolu dolu oluyor. neden ben? bi anda bağırmaya başlıyorum, "YARDIM EDİN LÜTFEN KURTARIN BENİ!"

hafif bi ışık çarpıyor yüzüme. evlerin birinden geliyor. kapı açılıyor birden, iki tane köpek duruyor kapının önünde. adamların tam arkasındalar. hırlamalarından ben bile çekiniyorum, istediğim mucize oldu. şükürler olsun! adamlar kaçıyorlar. yağmur bastırıyor aniden. köpekler... artık benim karşımdalar ama hırlamıyorlar. yavaş yavaş yanıma geliyorlar. biri siyah, biri sütlü kahve - beyaz. o kadar güzeller ki ayrılmak istemiyorum. tanrım yağmur yağmasa olmaz mıydı? biri sesleniyor onlara, keşke gitmek zorunda olmasalardı diyorum içimden. ama gitmek zorundalar.

o kadar güzel görünüyorlar ki üçü birden. "pardon bakar mısınız?" yerden kalkıyorum. yüzüne bakıyorum. burada deniz yok ki, deniz kokusu nereden geliyor? cevap veremiyorum, bakıyorum öylece yüzüne. korktuğumu fark ediyor. "lütfen korkmayın. size zarar verecek değilim." teşekkür ediyorum. "hava çok yağmurlu, gidecek bi yeriniz yoksa içeri girebilirsiniz. içeride size zarar verecek kimse yok."

tedirginim. gidecek hiçbir yerim yok. içeri giriyorum. benimle beraber dört kişiyiz. dört tane kahve fincanı geliyor... bana o kadar iyi davranıyorlar ki, bi ailem varmış gibi hissediyorum.

kara köpek yanıma geliyor. başı kucağımda, bana kendini sevdiriyor. huzur veriyor bana, kimsenin yapamadığını yapıyor. bana kendimi bir hiç gibi değil de "biri" gibi hissettiriyor. ne tuhaf, aramızda farklı bi bağ kurulmuş gibi hissediyorum.

uyumam gerek. yanımda kalmasına izin verilmiyor, keşke kalabilseydi.

benim gibi hissetmişim hepsini, kahvaltıda fark ediyorum. kahvaltı bitiyor, dört kahve fincanı daha geliyor. kahveler bitince içimden geçiriyorum "bi kahvenin kırk yıl hatrı vardır".

artık gitmem gerek. kapıdan çıkıyorum benim olmayanları orada bırakıp. birşeyler kopuyor içimden, gözlerim doluyor. sanki ruhumu bırakıyorum orada, içim çekiliyor.

karşımda onun gözleri, burnumda kahve kokusu... başım dönüyor, gözlerim kararıyor, kopkoyu bi karanlıktayım.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

#dirençük

dünya kadar malın olacağına fındık kadar amın olsun olgusunu kendi kendime tartışmaktan sıkıldığım bi anda parmaklarımdan dökülenlerdir bunlar.

yüzümün güldüğüne bakmayın, bu ülkede hatun/kadın/kız/bayan/bağyan vs. olmak zor. ya "at gibi karı olum offf ne sikerdim var yaa" oluyorsun ya da "olm siktir et nefes alsın yeter vur geç amınakoyim". ama tabi pipi mühim. o, erkeği erkek yapan, padişah yapan, erkeğin erkekliğini kanıtlayan çıkıntı. kadının da haddini bildiren tabii, unutmamak lazım.

kadın, maaşına zam mı istiyor? tamam patrona versin. sekreter işini mi kaybedecek? patrona versin. kadının parası mı yok? ya birine versin o onun ihtiyacını karşılar ya da en temizi(!) kendini satsın. ne olacak canım, dünya kadar malı olacağına...

kadının yakın bi erkek arkadaşı olamaz. neden? çünkü erkeğin çükü, kadının da amı var. yani? illa sevişiyorlardır. dertleşemezler. eğlenemezler. am var pipi var heh tamam işte bunlar hep seks. hatta aynı merdivenden de çıkamazlar. pipiye saygı.

kadınlar neden erkeklerin hayatında sadece bacaklarını açtıkları sürece var oluyorlar ya da bu böyle gösteriliyor? neden kadının cinsel özgürlüğü yok? bakire olmayan kadın orospu da bakir olmayan erkek neden "piç" addediliyor? neden onun sırtı sıvazlanırken kadınlar "vereceksin!" muamelesi yaşıyor ki?

VERMEYECEM ULAN! VERMİYOM! ZORLA MI!

evet, zorla. çünkü sen, sevgilinle yatmadıysan onun kadını olmuyorsun. tabii seni seviyorsa...! sevmiyorsa, nasılsa gitmek için versen de vermesen de bahane bulacaktır. bunlara " oraya neden gittin, saat öğlen 2! çok geç değil mi dışarı çıkmak için, yanında neden çükü olan bi insan var, dışarda nasıl sakız çiğnersin orospu musun sen" tarzındaki klasik bahaneleri örnek verebiliriz.

olsun..

pipiye saygı. #dirençük. sen çok mühimsin. kadın dediğin nedir ki? "abi gel vur geç bi lira, tecavüz kaçınılmazsa zevk alsın amınakodumun kaşarı, bak bak dil de pabuç kadar vericen ağzına susacak" şeklindeki çükü olan erkek cinsiyetinin ERKEK muhabbetinde "MEZE"dir.

bu mudur? budur. keşke böyle olmasa.

26 Mart 2014 Çarşamba

bir yalnızlık senfonisi

tek kişilik bir orkestra ile tek nefeslik bir senfoni çalıyorum. o kadar ağır bir hüzün taşıyor ki, o tek nefes canımı yakıyor.

kahvemden bir yudum daha alıp, artık alkol bağımlısı olmadığımı fark ediyorum. kahve bağımlısı olma yolunda adım adım ilerliyorum sanki ama hayır. kendime dur demem gerek.

notalarıma sahip çıkmalıyım. onlardan başka hiçkimsem yok! gerçekler tek tek tokat gibi patlıyor yüzümde. ağlamak istiyorum ama olmuyor. ağlamak rahatlatmıyor beni zaten. saymaya başlıyorum. Bir. İki. Üç. Dört. Beş... sakinleşemeyeceğim. notalarım az önce buradaydı. tanrım! bomboş bir odada bir sayfa kağıt nereye kaybolmuş olabilir ki?

camdan dışarı bakınca peribacalarını görüyorum. ben buraya ne zaman geldim? gözlerim hala kapalı. açmaya çalışıyorum. neden bu kadar zor?

kendimi sahiplenmem gerek. yapamıyorum. kendime kızgınlığım geçmiyor. insan kendini neden sahiplenemez? neden sarılıp beni uyutsun istedim ki? yalnızlığa alışmış biri, beni sevebilir miydi? kendimi yalnızlığa ve kimsesizliğe bu kadar alıştırmışken, o mavi gözlü kara köpek bana neden huzur verdi? özlemek..

kahve kokusu çarpıyor burnuma. kahve benim değil, fincan benim değil, tişörtüm bile bana ait değil. ama huzur veriyor. ne tuhaf, benim olmayan bana huzur veriyor hala. hayatla kavgam bitmemiş, ancak anlıyorum. kendimden özür dilemek gelmiyor içimden. hala kızgınım. geçmeyecek. kendini affedememek...

güçsüzüm, her zamankinden daha güçsüz, daha yalnız, daha kimsesiz, daha kendimsizim. belki diyorum, bir gün ölürsem o kara köpek benim kokumu alır. belki o hatırlar beni. veda etmek istiyorum, susuyor. o bile hatırlamıyor artık.

göğsüne yatırıyorlar beni toprağın. üstümü örtüyor toprak. o uzaklaştırmıyor beni göğsünden. o açıyor kollarını bana. huzurluyum artık. ölüm keşke bu kadar huzurlu olmasaydı.

tek nefeslik bir yalnızlık senfonisi sesi duyuluyor toprağın altından. daha az önce huzurluydum. üstüm çıplak.

toprak bile beni sahiplenmemiş.

hayat ne garip; nefes aldım huzurum yoktu, öldüm hala yok.


ben yine ölmeyi nasıl başardım?

biraz geçmiş biraz gelecek

belki geçmemiş acısı, belki de hiç gelmeyecek. belki birkaç yudum kahve içtin, belki birkaç dakikalık uykuydu... tam o sırada müziğin, ruhunun en derinlerine dokunduğunu fark ettin. "cold winter dreams..."

hala bakışların bomboş. tepkisizsin. ruhuna az önce dokunan o notalara ne oldu? kül kokusu neden yakmıyor ciğerlerini artık? gözyaşların... neden akmıyor?

kahretsin! bi insan aynadaki yansımasına nasıl hesap sorabilir? her neyse... artık ayna da yok. ellerim kanıyor. bir insan nasıl bu kadar acımasızca cezalandırılır? neden kendine olan kızgınlığını affedemez?

her gün günaydın demek istediğim kişiler... nerede?

neden bu kadar kızgınım? kimine yanımda olmadığı için kızıyorum kimine yanında olamadığım için. neden her şey yolundayken mahvediyorum? bir insan kendi hayatını nasıl bu kadar mahvedebilir?

olmuşla ölmüşe çare yok derler. olan olmuş, ölen ölmüş.. içimden bir ses konuşuyor benimle. "ben daha ölmedim ki!" ve sonra susuyor. çünkü ben gerçeği biliyorum. ve hala aklımda aynı soru.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

bir varmış...

hiç yokmuş. bir çift göz varmış, biri mavi diğeri siyah. biri varmış, gözleri kahve kokan. ama hiç yokmuş.

bir kahve fincanı varmış, içinde küçük bir kız çocuğunun kalbi olan, ama hiç yokmuş.

bir yokmuş, hiç varmış.

kararlar varmış, aslında verilmeyen.

sözler varmış, hiç tutulamayacak olan.

bir hayat varmış galiba, hiç bana ait olmayan.

bir nefes varmış, hiç nefes yokmuş.

22 Mart 2014 Cumartesi

üç yudum kahve

derimi kaldırdım. izden kurtulmam gerekiyor. omzumdaki izden nefret ediyorum. neşter! pamuk istemiyorum. pansuman istemiyorum. kan akıyor, kolum kıpkırmızı oldu. parmaklarımın ucundan yere damlayan kanları görüyorum. mutluluk verici. damlama sesi, huzur veriyor. üstüne alkol döküyorum. canımın acıması beni ağlatmıyor artık. bir kahkaha daha atıyorum. tıpkı neşterle omzumu kesmeye başlamadan önce attığım kahkaha gibi. aynı histerik düşünce, aynı tuhaf ses, aynı hissizlik, aynı hiçlik.

kendim değilim. kendimde değilim. sadece kahkaha sesi var kulaklarımda çınlayan. kendime bakıyorum dışarıdan. "eskiden" nasıl olduğumu düşünüyorum. eski ne demek ki? ben hep ben değil miyim? odaklanamıyorum. odaklandığım zaman karşımda iki adam oluyor hep. bir ben, iki onlar. ikiye karşı bir. bıçaklar. ben mor rengi çok severdim. bütün vücudum neden mosmor olmuş?

su çok soğuk. kıyafetlerim hep kan içinde. su üstümdeki kanı temizliyor. ellerimdekini temizlemeye yetecek mi? beni tamamen temizleyebilir mi? havalandırmanın sesi beynimde uğulduyor. ışığı yakmayı unutmuşum. kanı görmeme gerek yok, kokusu yeterince huzur verici.

neşterim parlıyor karanlıkta. boynuma götürüyorum. boynumu yalıyor sanki, o kadar huzur verici ki. kıyafetlerimi çıkarıyorum. artık kan kalmamıştır herhalde. ne tuhaf, birazdan bütün küvet kan dolu olacak. kim kalbini yerinden çıkartabilecek kadar cesur olabilir ki?

neşter boynumdan yavaşça aşağıya kayıyor. kalbimin üstünde artık. yine canım yanıyor. ensemde bi karıncalanma hissediyorum. elim gidiyor istemsiz. bir bıçağın sapı geliyor elime. nefesim kesilirken kollarında buluyorum kendimi. o, benim nefesimi kesiyor. sonra çığlık atıyor. banyoda benden başka hiç kimse yok. kan yok. kıyafetlerim yok. neşterim nerede? loş bi hiçliğin ortasındayım.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

iki kaşık kahve

yansımamı izliyordum. aynaya baktım son kez. aldığım haplardan gözbebeklerimin büyümesini, yavaşça terlememi seyrettim. yanımda şırınga duruyordu. etrafta boş alkol şişeleri... bomboş odamda bomboş bi hayatla başbaşaydım işte. bitiyordu. inthar etmiştim. öleceğim yer, hayatım gibi bomboş bi oda olmamalıydı. hayır ölmeyi burda beklemeyecektim. şırıngamı alıp dışarı çıktım.

gelmiştim. moda sahilindeydim işte. kayalıkların üstündeydim, oturuyordum. bomboştu. neden kimse yok? sevgililer nerede? her geldiğimde bana gül vermeye çalışan çingene kadın nerede? bir saniye, ben ne düşünüyordum? neden buradayım? odaklanamıyorum yine. taşlar var kucağımda. ne zaman topladım ki? her neyse. nasılsa düşünsem de bulamayacağım, en iyisi taş sektirmek. suyun üstünde ne kadar güzel şekiller oluyor. bunları ben mi yapıyorum? evet damarımı buldum. iyi ki şırıngamı almışım. öleceğim yer burası olmalı. elimdeki sodayı yarım bırakıp denize atıyorum. çünkü biterse bitmiş demektir. ama benim sodam bitmedi ki, yarım kaldı diye bir düşünce geçiyor aklımdan.

içim titriyor. üstümde neden hırkam yok? her yer neden bembeyaz olmuş? kar yağıyor. yine gece, yine karanlık. kar neden gece yağıyor? siyahı aydınlatacak gücü hiç yok ki. ayak sesleri duyuyorum. yanıma gelip oturuyor biri. yüzüne bakamıyorum. biliyorum gözleri neden diye soracak. acaba kim ki o? cevabını biliyorum sanki. gücümü toplamak istiyorum, gitmiş. sanırım ölmek üzereyim. hayatım da gözlerimin önünden film şeridi gibi geçmiyor. geçecek ne vardı ki zaten?

gözlerimi açıyorum. yine odamdayım. aynanın karşısında. üstümde siyah bi elbise var. her yer kapkaranlık. elimle yoklayarak ışığı bulmaya çalışırken biri beni tutuyor. gözlerimin içine bakıyor, sormuyor neden diye. etrafta boş alkol şişeleri... yanımda kalıyor. gitmemiş. cennet bu olmalı diyorum. aklımda bir soru işareti...

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

bir fincan kahve

gök gürültüsü. beni uyandıran gök gürültüsüydü, camdan kafamı uzattım. ıslanıyordum. daha çok ıslanmam lazımdı sanki, bir şeyler geçirdim üstüme. dışardaydım işte. özgürlüktü yağmurda ıslanabilmek. herkes su damlacıklarından çil yavrusu gibi sağa sola kaçışırken ben orada duruyordum. yağmura direnmek miydi? kendimi temizlemek miydi? zihnim bomboştu odaklanamıyordum. sigaram sönmüştü, yağmurdan olacak herhalde. peki ben ne ara yakmıştım ki sigaramı?

işte orada. bir köpek yavrusu. kapkara. hayır kara renk gecenindir diye düşünüyorum bir an, demek ki köpek siyah renkteymiş. ceketimin içine sokuyorum. boynumdaki şalıma sarıyorum, belki bi parça ısınabilir.

bir adam duruyor orada. deri ceketini giymiş. neden dışarıda? neden kaçmıyor? odaklanamadım. bir çay kokusu geldi burnuma. bir kadın bana sesleniyor "kızım gel sıcak bi çay iç ısınırsın!" gri saçlı teyzeyi, yağmur ankaranın gri rengini gecenin karanlığında biraz hafifletmeye çalışırken reddediyorum.

yürümeye devam ettim. insanlar hala kaçıyordu. kulağımda kulaklık. şarkılar çalıyor. sanki odaklanmam gereken bir şey vardı. hatırlayamıyorum.

yağmur altında öpüşen sevgililer vardı. beni görünce neden kaçtılar? görünmez değilmişim. kendimi yağmur yerine koyuyorum. insanlar ondan da kaçıyorlardı. hala güneş doğmadı. saat de zaten gecenin 3buçuğu. ne kadar da aptalım.

yürümeye devam ettim. sıcak bir şey var sanki. köpek yavrusu kucağımda uykuya dalmış. hayır barınak olmaz. sokağa da bırakmayacağım. o benimle geliyor.

yağmur durdu. bir yere girmeliyim artık. çığlık sesi nereden geliyor? etrafım bomboş. kim bağırıyor?! damla sesleri duyuyorum. kan mı damlıyor? yağmur sonrası toprak kokması gerekmez miydi dünyanın? kan kokusu da ne? boynum neden sıcak? tanrım! boynum kanıyor. bağıran benmişim. cam parçasının boynumda ne işi var?

köpek yavrusu. ona bakmalıyım. hastaneye gidiyoruz. hastane neden kapalı? içeride kimse yok. çığlık sesleri yok. kan kokusu yok. kendimi bile hissedemiyorum.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?