12 Mayıs 2014 Pazartesi

ya hep ya hiç

ya hep ya hiç. ya sev ya terk et. ya öl ya öldür. en kötü karar, kararsızlıktan iyidir.

hayır, özdeyişler senin için hiçbir anlam ifade etmiyor. senin için anlam ifade eden tek şey ne mi? sarılmak. ihtiyacın olduğundan mı birinin seni sımsıkı kollarının arasında bastırmasını istiyorsun? ihtiyacın mı var sanki sevilmeye? saçlarının okşanmasına ihtiyacın mı var?

yoo. yok. sen çok güçlüsün. insani ihtiyaçlara asla ihtiyacın yok. sen güçlü olmaya programlandın, çünkü kadınlar her zaman güçlü olmak zorundadır. ağlaması normal karşılanır ama "aa koskoca kızsın ağlamaya utanmıyor musun sokak ortasında, senin için ne diyecekler?!" diye eleştirilir kadın. "yahu genç kız oldun sen, ne işin var erkek çocukları gibi elinde birayla bar köşelerinde, elalem ne der?!" diye eleştirilir. "kadına etek yakışır dedik de mini etek giyme evladım, elalem kötü konuşur arkandan" diye kısıtlanır.

ben de o kadınlardan biriyim. hep "elalem ne diyecek" diye kısıtlanan. olmama ihtimalim yoktu sonuçta, yaşadığımız ülke belli... gelinlikle dünyayı dolaşan italyan kadın pippa bacca bile tecavüze uğrayıp öldürüldü bu ülkede.

biz kadınların bazı ütopyaları vardır. çok sevileceklerdir. çok beğenileceklerdir. özgür olacaklardır mesela, ekonomik özgürlüklerini kazandıklarında hiçbir erkeğe muhtaç olmayacaklardır. korunmaya ihtiyacımız olmayacaktır hiç. insanlar iyi olacaklardır, dünya iyi bir yer olacaktır, kuşlar çiçekler böcekler ile hepimiz mutlu mutlu yaşayıp gideceğizdir. öyle adamlarla karşılaşacağızdır ki, beyaz atlı prensimiz olacaktır onlar bizim, bizi de atlarının terkisine atacaklardır, sonsuza kadar mutlu olacağızdır biz. huzur içinde yaşayıp gideceğizdir, süprizler filan yapılacaktır bize, gökten başımıza üç adet elma düşecektir, biz ereceğizdir muradımıza, herkes çıkacaktır kerevetine.

sonra aşık oluruz. anlarız ki biz saçma sapan romantik hayaller kuruyoruzdur. hiçbir erkek dünyaya kadınları mutlu etmek için gelmemiştir çünkü. ama biz kadınlar, herşeyimiz olsun onlar isteriz. bazen abartıp babamız yerine filan koyarız hatta. en iyi arkadaşlarımız olsunlar isteriz, sonuç ne olur? "biz bugün toplanıp maç izlicez yeaa. off ece benim kankim! ben sana bilmemneyi giyme bilmemneyle görüşme bilmemnereye gitme şunu yapma bunu etme demedim de bikbikbik" görürüz ki erkekler öyle çiçek filan almıyor, hiçbiri prens değil, atları yok, üstelik bizi "at gibi hatun oyş" diyerek süzüyorlar.

midemiz bulanır. sonra mı? ayrılık acısı, kızlarla kafa dağıtmalar, içmeler gezip tozmalar alışveriş yapmalar ve bu kısır döngü böyle sürer gider. taaa ki -evet bildiniz- evlenene kadar! evlenince ne mi olur? ne olacak hayatın biter! çocuk bak, yemek yap, adam eve gelsin sen romantik bi masa hazırlamış ol mesela, 5dakikada yesin bitirsin, öküzlüğü yetmiyormuş gibi bir "eline sağlık" bile demesin -çünkü yemek yapıp onun karnını doyurmak senin görevin, niye teşekkür edecek ki görevini yapıyorsun- bi de üstüne dayak ye. dayaktan sonra canı çeksin, yatağa çağırsın seni. gitmek isteme, kolundan tutup koyarım kapının önüne desin ya da demeden direkt yapsın, babanın evine göndersin, istediği yemeği yapmadın diye seni öldürsün.

evlilik düşmanı mıdır kadın? yoo. bu üçüncü sayfa haberlerine konu olanlar asla onun başına gelmeyecektir, çok mutlu olacaktır o. ahh ah, her kadının içinde çocukça bi evcilik oyunu oynama hevesi vardır. evlenmeyi çok istiyordur o. çocukları olacaktır onun, anne olacaktır o.

anne olmak da ne garip şey... bazılarımız asla olamayacak.

kadınlar..! insanı bazen sevgi istekleriyle, bazen kıskançlıklarıyla, bazen seksapeliteleriyle deli ediyorlar. bazen çocuk gibi masumlar, bazen vahşi bir yaban kısrağı gibi öfkeli. bazen çok incinip susuyorlar. itiraz etmek gelmiyor içlerinden, sadece denileni yapıyorlar kaderlerine razı gelirmişçesine. bir çığlıktı yalnızlığım, hepiniz mi sağırdınız sözünü okuyorlar, kendi kendilerine gözleri doluyor.

şu kadınlar da ne anlaşılmaz varlıklar canım. çok sevilmek, çok güvenmek  istiyorlar. ütopyalardan vazgeçemediler gitti...

sonunda sordukları soru aynı oluyor.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

1 Mayıs 2014 Perşembe

bir küçük kız çocuğu

içinde küçük bir kız çocuğunun o hassas, narin, kırılgan ve masum kalbini taşıyorsun. yaşın neredeyse 25 olmuş. insanların deyimiyle "büyümüş serpilmiş"sin, çekicisin, insanların hayalleri filan var seninle birlikte olmak üzerine. sen sadece güvenmek istiyorsun.

sana çok yalan söylemişler. insanlara iyilik yap, onları mutlu et, sen de mutlu olursun demişler. insanlar iyilik yaparlar demişler. sen sev, sevdiğin kadar sevilirsin demişler şiirlerde bile. oysa hiç de öyle olmamış. kalkıp deniz kenarına gitmiş, huzuru orda aramışsın, denize attığın iyiliklerle barışmak istercesine. hep gel demişler sana. hep birşeyler istemişler. hep beklemişler. iyi olmanı, mutlu etmeni, anlayış göstermeni, büyümeni, olgunlaşmanı... hep "ver" demişler. hiçkimse "gelmemiş". sen ise hep beklemişsin çocukluğundaki "sen ağlarsan ben de dizimi kanatırım beraber ağlarız" masumiyetini.

çok düşmüşsün, dizlerin, ellerin hep yara içinde kalmış. öpen kimse olmamış, öpünce de geçmemiş zaten. annen sana neden yalan söyledi? baban, evde bir vazo kırıldı diye sana hep bağırmış. hani hiçbir şey senden önemli değildi? baban neden yalan söylemiş ki?

sonra inanmışsın, küçük bir aşk büyütmüşsün içinde. can yücel yalanlarına inanmışsın. "sevdiğin kadar sevilirsin" demişsin, gerçekler hiç de öyle olmamış. şairler bize neden yalan söyledi? neden hep sevdiklerimiz yalan söylüyor diye düşündüğünde aslında sevmemen gerektiğini anlıyorsun. peki sevmemen mümkün mü? hep içinde bi yerde sevilmek istemenin sebebi neydi? insanların seni sevmesi seni mutlu edecek mi? sevilmek güzel bişey mi?

sorular soruyor o küçük kız çocuğu sana değil mi? zaten çocuklar hep sorar. bıkmadan usanmadan sürekli sorarlar. sen ise cevap bulamazsın. daha kendi içindeki çocuğun sorularını bile cevaplayamıyorsun. ne işe yarıyorsun ki şu dünyada acaba?

ailen sen daha 5-6 yaşındayken hep "kocaman kız oldun artık" demiyor muydu? çocuk olmana hiç izin verilmeyen bir dünyada yaşadığını yeni anlıyorsun. neden mutsuzsun? ileride anne olmaktan korkuyorsun. "onlar" gibi olacaksın istemesen de, biliyorsun. bir çocuğu yalanlarla büyütüp buna da sevgi adını vermek sana göre olmadı hiçbir zaman.

"insan" adı verilen canlılardan kaçmak istiyorsun. sadece yazmak, yazdıkça daha çok yazmak, sonra eline flüdünü alıp doğaçlama içindeki bütün sıkıntıları akıtmak istiyorsun. yapamıyorsun, yine. seni anlamayacaklar. yargılamakta üstlerine yok değil mi?

rakı masasında olman neden gerekli? sen, rakın, yalnızlığın, notaların, yazıların. ne kadar tuhaf. rakını bile başka insanlar üretiyor. ne kadar kaçarsan kaç, yine de muhtaçsın o insanlara. hayat keşke bu kadar muhtaçlığımı yüzüme vurmasaydı.

"güven" nedir? insan güvenebilir mi? insanlara güvenilebilir mi? sana güvendiğin kişiler hep yalan söylemedi mi?

"nefret" ne peki? hiçbir şey hissetmemek nefret etmek midir? üzülemiyorsun bile. öylece bıraktın artık her şeyi. kendini, nefesini, suyun altındasın. kendini neden bu kadar öldürmek istiyorsun ki? gözlerinin önüne gelen o kabusu anlatsana biraz. insanların seni nasıl zorladığını. kadın olduğun için sadece seks malzemesi olduğunu. anlat hadi? anlayabilecekler mi?

zor. hele ki erkeklere anlatıyorsan, imkanı yok. zaten güvenmeye o kadar açsın ki, güvenin kırıldığında ne hissettiğini anlatman çok zor. sevgilinle bile yalnız kaldığında "bana ne yapacaksın"  diye düşünmek, ne hissettiğini anlatabilmek çok fazla zor senin için.

hayal kırıklığına alışkınsın. güvenmemeye de. güveninin kırılması? hayır, buna alışkın değilsin. çünkü zaten güvenmiyordun hiçkimseye. istesen de güvenemiyordun. "atlattım, iyiyim ben" dediğin olayların senin kişiliğini nasıl değiştirdiğini kimseye anlatamıyordun çünkü. zaten anlamıyorlardı da, anlatmaya ne gerek vardı ki?

seni dinleyecek kimse olmadığı için mi yazıyorsun? neden aynanın karşısında konuşuyorsun kendinle? seni en iyi anlayabilecek kişi sen olduğun için mi? canın artık yanmıyor. üstünden günler geçti... artık hissetmiyorsun. kabuk mu bağlıyor? seversin sen o kabukları kaldırıp canının yanmasını. hadi bırak, kanasın işte. belki ağlatabilir seni, belki içini döker ağlarsın.

yapamadın değil mi? biliyordum, yapamayacaksın. o kadar uzun zamandır "güçlü, anlayışlı, çelik gibi sağlam sinirleri olan, üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey olmayan" bir "kadın"ı oynuyorsun ki, o küçük kız çocuğunu küstürdün, farkındasın.

elinden tut, pamuk şeker yedir, lunaparka filan götür onu. ama yapmayacaksın. içinden gelmiyor. mutluluk neden sadece birkaç gün, birkaç saniye filan sürüyor ki? neden onu hep elinden sevdiklerin alıyor?

arkanda sadece "gidiyorum, hoşçakalın" yazılı bir not bırakıp, en sevdiğin hiçbir şeyi yanına almadan bir otobüse binip herhangi bir yere gidesin var senin yine? rahatlayacak mısın? hayır. kendinden kurtulamadığın sürece rahatlaman imkansız.

seni seviyor değil mi? bırak, sevsin. belki "öpünce" geçer. sen şimdi yine "unutmaya çalış bütün olanları", bırak kalbini kırsınlar, belki "öpünce" geçer. belki yalan söylememişlerdir. hala buna inanmak istiyorsun değil mi?

gözlerini kapat. odaklanamadığında aklında yine aynı soru olacak.

"ben yine ölmeyi nasıl başardım?"