24 Aralık 2015 Perşembe

bir sarhoşluk hikayesi

bi şey parlıyor, nereden geliyor bu ışık? soğuk bi his var boğazımda. bira içiyormuşum. şişeler parlıyormuş. 1,2,8.. karıştırdım. sayamıyorum, odaklanamıyorum yine.
yine aklımdasın, müzik sesi geliyor bir yerlerden, huzursuzum. biri konuşuyor benimle, ben bu telefonu ne zaman açtım?
özlediğimi hissediyorum, uzun zamandır ilk defa bir duygu hissedebiliyorum. duygularımı hissedemiyordum, demek ki kaybetmemişim. hiç değilse  özlemeyi kaybetmemişim.
sevgiyi elimden neden aldınız? sarılabiliyordum oysaki. ben sana sarılabiliyordum, kitaplarıma sarılabiliyordum.  kendime zarar vermiyordum, bana ne yaptınız?
neden gittiniz? gitmeyeceğim demiştiniz. siz, bayım. kalacağınıza söz vermiştiniz, bırakmayacağınızı söylemiştiniz. siz, bayım. ellerimi tutmuştunuz. bırakmayacakmış gibi de değildi, bırakmamak için olduğunu söylemiştiniz.
bağışıklık kazandığımı düşünmüştüm sesinize.  kendi canımı bile yakamaz olmuştum. kahve edebiyatını seviyorum ben,kahvenizi nasıl acıttınız?
şişeler.. 1,2,8.. karıştırdım. sayamıyorum, odaklanamıyorum yine.
acıttınız, bayım.
elimde şişeler, kahvemi yudumlarken aklımda yine aynı soru.
"ben yine ölmeyi nasıl başardım?"

2 Haziran 2015 Salı

Siyah kan, beyaz süt

Yazıyorum, yine. Ben geldim, yine. Kan kırmızı mıymış? Gözlerim rengarenk görüyor. Baktığımda bazen mavi görüyorum gözlerini, huzur gibi. Bazen ela oluyor, bana çok tanıdık geldi. Bazen kahverengi oluyor, kahve kokuyor. Bakışlarında denizi görüyorum bazen, bana huzur verir deniz... Bazen toprak oluyor o bakışlarda, ağaçlar oluyor. Aşk görüyorum bazen, bazen kaygı. Bir şeyi çok merak ediyorum. Gözlerin gerçekten ne renk? Beni sevecek kadar mor mu acaba? Ben mor rengi çok severim...
Biliyor musun, bir oyuncak bebeğim vardı, çok severdim. Fareler aldı onu benden. Ben sevdiklerimi unutamam da, onu da çok sevmiştim. Seni seversem, unutamam. Beni bırakmayacağını bilsem, seni de çok sevebilirim, görüyorsun ya oyuncak bebeğim bile beni bırakıp gitti.
Hiç bırakmayacakMIŞ GİBİ değil, hiç bırakıp gitmemek için beni sever misin? Bunu yapabilir misin? 70 yaşında bile bana aşık kalabilir misin? Küçük şeylere benden çok değer verip beni üzer misin acaba? Hayallerimi elimden alıp gider misin yoksa?
Benim sarılmaya ihtiyacım var. Kahveye, sigaraya, sana. Yaraya ihtiyacım yok, ruhumda onlardan yeterince var. Yaralarımı sarmana gerek yok, hep güçlü oldum zaten. Onu yapabilirim. Beni çok sever misin? Vazo kırıldı diye çocuğa kızan o garip insanlar gibi olmadım hiçbir zaman. Hep çocuğa bişey oldu mu diye endişelenen insanlardan oldum. Vazo kırılsın, kalp kırılmasın istedim. Cam kırıldı diye çocukların topunu hiçbir zaman kesmedim ben. O küçücük yüreklerinde, kırılan camın onlardan daha değerli olduğunu düşünüp saçma bir hüzün olsun istemedim.
Beni gerçekten sevebilir misin? İntikam peşinde koşmadım hiç. Kimseye kötülük yapmadım. Bana benim iyiliğimi düşündüğünü söyleyip beni kırmaktan çekinmeyerek, bana en büyük kötülüğü yapan sen mi olacaksın yoksa? Küçük bir kız çocuğu oluyorum çoğu zaman, o kadar saf temiz hayallerim var. Empati yapabilir misin? En değerli şeyin ben olabilir miyim?
Nasıl bir tipin var umrumda değil. Boynundan aşağı felç de inse, ben seni bırakıp gitmem. Beni bu kadar sevecek misin? Seviyorum demekle sevgi gösterilmiyor, bunu anlayabilecek misin?
Her şeyim olabilir misin?
Süt kırmızıdır, kan siyah. Benim hayallerim bembeyaz. Hayallerimi alıp, beni grilerde terk edecek misin?

Beni sevecek misin? Beni seveceksen gel, ruhumla tanış.
Çünkü ben, seni seviyorum. Ah.. Bunu söylemek ne kadar huzur verici. Bu da kim? Bu ayna nereden çıktı? O aynadaki neden çığlık atıyor?

Ben yine ölmeyi nasıl başardım?

19 Eylül 2014 Cuma

a glass of rose wine

el kızı oldum her zaman. ailem için bile öyleydim sanırım... annem için "babasının kızı", babam için "annesinin kızı" ama hiçbir zaman ikisi de "benim kızım/bizim kızımız" demediler. diyemediler belki de. belki de hiç içlerinden gelmemiştir. bilemeyiz.
sevgilim için de öyle oldum herhalde. ben, ona sahip olduğum için mutluydum. o değildi. kimse olmadı. "benim" sıfatının yakıştırıldığı biri olmadım pek. yok hayır, kendi içimi rahatlatmaya çalışmamalıyım. pek de değil. hiçbir zaman diyelim. hayat ne garip; vapurlar falan...
evet doğru. uzun zamandır yazmıyorum. içimden gelmiyor. uzun zamandır içimden hiçbir şey gelmiyor zaten. beni en çok rahatlatan 3 şey vardır. biri, hayatımın aşkı olarak gördüğüm sevgilimin yanında olmak. ikincisi, kardeşime sarılmak. üçüncüsü? alkol ve sigara.
dumanın kokusu an okusuna karışsa. bi bıçakla boğazımı kessem. kan damlasa. sıcak olsa. o sıcaklığı hissetsem, damlasa. damladığını görsem. tanrım! öyle mutlu olurdum ki!
açamadığım kapılar var benim. açmak istemediğim kilitler, gitmek istemediğim yollar, çekmek istediğim tetikler var. görmek istediğim ölümler var. gözünün içine baka baka öldürmek istediğim kişiler var. onları öyle bana yalvarırken görsem ölürken... gözümün önünden gitmesini istediğim görüntüler, yaşamak istediğim mutluluklar var. yaşayamayacağımı biliyorum.
kan kokusu nereden geliyor? ah sevgilim.. yanımda sigara içiyormuş. Türk kahvesi ve sigara. neden bana kan gibi kokuyor ki? beni neden sadece kan mutlu ediyor? neden kendi ölümümü aynaya baka baka izlersem, sadece o zaman mutlu olabileceğime inanıyorum?

sonra bütün bu soruları cevaplamaktan vazgeçiyorum. sevgilime sarılmak geliyor içimden sadece. belki bir gün diyorum. hayatımın aşkı olan sevgilim, belki bir gn sadece benimle aynı evde yaşayabilir. kimse olmadan. gerginlik olmadan. bir fincan Türk kahvesi, bir paket sigara, biraz müzik, sadece o. sadece ben.

sanırım beni ölmekten daha çok mutlu eden tek şey de o.

cevaplamaktan vazgeçtiğim sorulardan sonra, aklımda beliren iki şey oluyor. biri bıçak. diğeri hep aynı soru.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

19 Haziran 2014 Perşembe

"the end"

bir düğün sahnesi ve arkasından gelen "the end" yazısından hiçbir farkı yok hayatın. her şeyin yeni başladığı anlara "bitiş" adı vermeye pek bir meraklıyız. tam bir zekasızlık örneği.

uykum var, uykusuzluktan gözlerim acıyor ama ben uyuyup da bu geceyi "the end" diye sonlandırmadan önce, teşekkür etmek istiyorum. evet gerçekten teşekkür etmek istiyorum çok içimden geliyor. "teşekkür ederim!"

*bundan 4 ay 3 gün öncesine kadar kendimi gereksiz insanlarla ve gereksiz olaylarla yorduğum saçma sapan bir hayatım vardı. her gün kızılayda konur sokakta herhangi bir barda herhangi bir arkadaşım zannettiğim şahsiyetle oturup bira içtiğim, çerez yemek yerine boş muhabbetler çevirdiğim bi hayat. işte artık ne kadar hayat denebilirse... yalnızlığımı sürekli bastırmaya çalışıyordum. alkolle, ortamla.. eğlenmek demek "kafanın güzel olması" mıdır? "uçmak" dediğin, sahte mutluluk anları, beni gerçekten mutlu ediyor muydu? etmiyormuş.
*"depresyonun zirvesinde" ama çok mutlu olduğunu düşünen, anı yaşamak gerektiğini savunan bir zihniyet içindeydim. şimdi baktığımda, aslında o anları hiç "yaşamamış" olduğumu fark ediyorum. vücudum orda olsa bile, ruhum, kendi benliğim bana uzaktan bakıp aklımın başıma gelmesini bekliyordu sanki. daha çok beklerdi aslında, hayatıma girmeseydin.
*sırf bu yazıyı bitirmek için ardı ardına sigara yakıyorum. biliyorum bana çok da kızacaksın.. hani uyuyacaktın diye. evet gerçekten uyumak istedim ama, bişey eksik gibi geldi. kalktım, bilgisayarımı açtım. bu yazıyı yayınlar yayınlamaz da hemen uyumuş olacağım çünkü uykusuzluktan ölmek üzereyim ama, sana teşekkür etmeden yatakta dönüp durmak bana göre değil. kızsan da kızmasan da, bu sefer içimden geleni içimden geldiği anda, kimse beni engellemeden yapmış olacağım. umarım kızmazsın, çünkü bu umursamamak değil seni. sana öyle çok sarılıp "iyi ki varsın" demek istiyorum ki! resmen içimden sımsıkı sarılıp bırakmamak geliyor. kucağımda yastık, üstümde tişörtün, suyu bile senin bardağınla içiyorum. neden mi? su hayatın devam etmesi için gereklidir. sen benim nefes alabilmem için gerekli tek şeysin.
*"duygusal patlama" yaşamıyorum hayır. benim için ne ifade ettiğini anlatmaya çalışıyorum. bunu asla tam olarak başaramam, kelimelerin bunu ifade edecek gücü yok, ben de hangi kelimeleri kullanmam gerektiğini bilmiyorum gerçi ama beni anlamanı umuyorum sadece. beni bir tek sen anlıyorsun.
*dünyadaki herkesin senden bişeyler istemesi durumu benim başıma çok geldi. biliyorsun zaten, anlatmayacağım. sevilmeye duyulan bi ihtiyaç değil benimkisi, düpedüz aidiyet. teslimiyet. yüzümde herhangi bir maske olmadan sevdim ben seni, yalanlardan uzak sevmek istedim. "yalan" da ne garip şey. yalan söylediğin zaman sanki "seni seviyorum" cümlesi de beyaz renkte kalmıyor artık. bana "hayır" demeyi, yaşamayı, ait olmayı, ben olmayı, sevmeyi öğrettiğin gibi bunu da sen öğrettin.
*babamdan çok babalık yaptın bana, zaman zaman delirtsem de seni, benden vazgeçmedin. seni kaybetmekten korkuyorum. çünkü seni kaybetmek demek, sadece "seni" kaybetmek demek değil benim için. hayallerimi kaybetmek demek. aklımı kaybetmek, saflığımı kaybetmek demek. herşeyimi, en yakın arkadaşımı, sevgilimi, babamı, ailemi, çocuğumu kaybetmek demek. "masumiyetimi" kaybetmek demek. sevgimi, zaten bi gıdım kalmış vicdanımı, hayata olan güvenimi kaybetmek demek. sana öyle anlamlar yükledim ki.. sen sadece "sen"den ibaret değilsin benim için.
*seni seviyorum cümlesinin ne anlam ifade ettiğini bana öğreten, asla yanlış yapabileceğine ihtimal vermediğim, her ne kadar kötü şeyler yaşamış olsak da her şeye "rağmen" sevdiğim kişisin sen benim. hani, "şu olursa severim, senin şuyun var o yüzden seviyorum" tarzında şartla, çünküyle sevmedim ben seni. her şeyde yanında olmak için sevdim. en iyi, en kötü, en sıkkın, en muhtaç, en güçlü, en özel, en sıradan fark etmiyor. her anında yanında olabilmek istiyorum. istiyorum ki sen, fiziksel olarak yanında olmasam da, o telefonun ucunda olduğumu bildiğinde bile için huzur dolu olsun. de ki "o var. o benim yanımda" çünkü ben, sen bana kızsan bile, bunu hep biliyorum. benim yanımda olmadığın anlarda bile, benim güvende olmam için her şeyi yapıyorsun.
*beni benden koruyabilen kimse çıkmadı bugüne kadar. aile, arkadaş.. hiç kimse. ama "sen" varsın ve gerçeksin. babamın benim saçımı okşamadığı gerçeğini ben kendime itiraf etmekten korkarken, söylediğim kişisin. kızmasından, üzülmesinden, canının sıkılmasından korktuğum kişisin sen. elimde olsa, pamuklara sarar sarmalar dünyadaki hiçbir şeyin senin mutluluğunu bozmasına izin vermezdim ben.
*senin mutlululuğun o kadar önemli ki benim için, bensiz mutlu olacaksan, benimle mutsuz olman için zorlamam ben seni. mutlu olmayı hak eden nadir insanlardansın. numunelik insanlardansın. insan olmak farklı bir şey..

aslında yazacaklarım bitmedi ama, gerisini söylemek için biraz cesarete ihtiyacım var. o da henüz bende yok... şimdilik bu kadar sevgilim. seni seviyorum ve sana teşekkür etmek istedim işte. "her şey" için, her şeye rağmen beni bırakmadığın için, benden vazgeçmeyen tek insan olduğun, ben kendime güvenmezken bile bana güvendiğin, beni ben yaptığın, benim olduğun için. ben seni çok seviyorum. gün geçtikçe daha da çok seviyorum, daha da fazla. "iyi ki varsın" cümlesini bana içimden gelerek dedirttiğin için teşekkür ederim.

daha fazla uzatmayıp kısa kesip (yuh daha ne kadar uzatabilirim ki- ayrıca tamam romantizmi siktim pardon beni böyle de sev nolur) artık uyuyorum.

                                                                                                                   imza,
                                                                                                                 kız çocuğun.

14 Haziran 2014 Cumartesi

his mi desem, hiclik mi..

Ve hep ait olduğun yere dönersin. Kendini rahat, huzurlu ve güvende hissettiğin o yere. Bu bazen bi sahil kasabasıdır bazen ailenin yanı bazen kendi evin bazen gökyüzüdür; bazen de hiçbir yer.

Bazen ait hissettiğin hiçbir yer olmuyor. Bazen, ailem diyecek bir ailen olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyorsun. İşte o anlar çok acı verici oluyor. Çünkü kendini kandırmak daha çok mutluluk vericiydi.. Sonra biri geliyor. Önce senin ailen oluyor, sonra sana bi aile veriyor. Sen ise hiç bilmiyorsun sevmek sevilmek ne demek. Bazen çok saçmalıyorsun bazen çok bunaltıyorsun onu. Bazen en doğal en saf halinle seviyorsun da.. ama bazı şeyler keşke hiç yaşanmamış olsaydı demekten de kendini alamıyorsun. Neden yalan denen bişey var ki?

Yaz tatiline çıkmış gibi hissettiriyor bazen sana. Sanki insanlar seni çok darladığında aslında güneş seni çok yakmış da sonra onun göğsüne yattığın zaman soğuk sulara atlayıp rahatlamışsın gibi.. ama işte, her istediğiniz şeye sahip olamazsınız. Neden diye düşünüyorsun. Neden bu kadar imkansız? Çocuk olmak güzeldir.

Sen hiç havai fişeklerin sesinden korktuğun halde, en sevdiğin oyuncağına sıkı sıkı sarılıp, boynun ağrısa bile başını 1 saniye yere indirmeyerek, gökyüzündeki renklerin özgürlüğünü onlardan çalmak istercesine izledin mi havai fişekleri? Havai fişek korkutucu olmamalıydı. Aslında lunaparkta olmak gibi bir şey. Eğlenceli değil, korkunç. Yorucu, devasa ve yalnız bir şey bu sevgi denilen şey herhalde. Hep yalnız kalıyorsun. İnsanlar önce senin mutlu olmanı istediklerini söylüyorlar. Sonra hep bencillik ediyorlar. Neden?

Ben hep birilerinin beni üzmesinden kaçmak istemiştim. Ama herkes üzdü. Kimse bana kızmasın istemiştim. Ama herkes çok kızdı bana. Şimdi birileri sevsin istiyorum, insanlar bir o kadar aldılar içimdeki sevgiyi benden. Biraz susmayı deneyeyim istiyorum artık. İnsanlar anlamasın beni. Arkadaşlarımın benim için neler yaptığını bilmeden, 1 sözle 1 olayla önyargılara kapılıp, beni boş yere suçlamasınlar. Ben çok yoruldum.

Bugüne kadar çok şeye... Her neyse. Uyku bastırıyor. Bunları boşverip uyumak zamanı geldi. Huzur işte bu. İyi uykular kendim.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

ya hep ya hiç

ya hep ya hiç. ya sev ya terk et. ya öl ya öldür. en kötü karar, kararsızlıktan iyidir.

hayır, özdeyişler senin için hiçbir anlam ifade etmiyor. senin için anlam ifade eden tek şey ne mi? sarılmak. ihtiyacın olduğundan mı birinin seni sımsıkı kollarının arasında bastırmasını istiyorsun? ihtiyacın mı var sanki sevilmeye? saçlarının okşanmasına ihtiyacın mı var?

yoo. yok. sen çok güçlüsün. insani ihtiyaçlara asla ihtiyacın yok. sen güçlü olmaya programlandın, çünkü kadınlar her zaman güçlü olmak zorundadır. ağlaması normal karşılanır ama "aa koskoca kızsın ağlamaya utanmıyor musun sokak ortasında, senin için ne diyecekler?!" diye eleştirilir kadın. "yahu genç kız oldun sen, ne işin var erkek çocukları gibi elinde birayla bar köşelerinde, elalem ne der?!" diye eleştirilir. "kadına etek yakışır dedik de mini etek giyme evladım, elalem kötü konuşur arkandan" diye kısıtlanır.

ben de o kadınlardan biriyim. hep "elalem ne diyecek" diye kısıtlanan. olmama ihtimalim yoktu sonuçta, yaşadığımız ülke belli... gelinlikle dünyayı dolaşan italyan kadın pippa bacca bile tecavüze uğrayıp öldürüldü bu ülkede.

biz kadınların bazı ütopyaları vardır. çok sevileceklerdir. çok beğenileceklerdir. özgür olacaklardır mesela, ekonomik özgürlüklerini kazandıklarında hiçbir erkeğe muhtaç olmayacaklardır. korunmaya ihtiyacımız olmayacaktır hiç. insanlar iyi olacaklardır, dünya iyi bir yer olacaktır, kuşlar çiçekler böcekler ile hepimiz mutlu mutlu yaşayıp gideceğizdir. öyle adamlarla karşılaşacağızdır ki, beyaz atlı prensimiz olacaktır onlar bizim, bizi de atlarının terkisine atacaklardır, sonsuza kadar mutlu olacağızdır biz. huzur içinde yaşayıp gideceğizdir, süprizler filan yapılacaktır bize, gökten başımıza üç adet elma düşecektir, biz ereceğizdir muradımıza, herkes çıkacaktır kerevetine.

sonra aşık oluruz. anlarız ki biz saçma sapan romantik hayaller kuruyoruzdur. hiçbir erkek dünyaya kadınları mutlu etmek için gelmemiştir çünkü. ama biz kadınlar, herşeyimiz olsun onlar isteriz. bazen abartıp babamız yerine filan koyarız hatta. en iyi arkadaşlarımız olsunlar isteriz, sonuç ne olur? "biz bugün toplanıp maç izlicez yeaa. off ece benim kankim! ben sana bilmemneyi giyme bilmemneyle görüşme bilmemnereye gitme şunu yapma bunu etme demedim de bikbikbik" görürüz ki erkekler öyle çiçek filan almıyor, hiçbiri prens değil, atları yok, üstelik bizi "at gibi hatun oyş" diyerek süzüyorlar.

midemiz bulanır. sonra mı? ayrılık acısı, kızlarla kafa dağıtmalar, içmeler gezip tozmalar alışveriş yapmalar ve bu kısır döngü böyle sürer gider. taaa ki -evet bildiniz- evlenene kadar! evlenince ne mi olur? ne olacak hayatın biter! çocuk bak, yemek yap, adam eve gelsin sen romantik bi masa hazırlamış ol mesela, 5dakikada yesin bitirsin, öküzlüğü yetmiyormuş gibi bir "eline sağlık" bile demesin -çünkü yemek yapıp onun karnını doyurmak senin görevin, niye teşekkür edecek ki görevini yapıyorsun- bi de üstüne dayak ye. dayaktan sonra canı çeksin, yatağa çağırsın seni. gitmek isteme, kolundan tutup koyarım kapının önüne desin ya da demeden direkt yapsın, babanın evine göndersin, istediği yemeği yapmadın diye seni öldürsün.

evlilik düşmanı mıdır kadın? yoo. bu üçüncü sayfa haberlerine konu olanlar asla onun başına gelmeyecektir, çok mutlu olacaktır o. ahh ah, her kadının içinde çocukça bi evcilik oyunu oynama hevesi vardır. evlenmeyi çok istiyordur o. çocukları olacaktır onun, anne olacaktır o.

anne olmak da ne garip şey... bazılarımız asla olamayacak.

kadınlar..! insanı bazen sevgi istekleriyle, bazen kıskançlıklarıyla, bazen seksapeliteleriyle deli ediyorlar. bazen çocuk gibi masumlar, bazen vahşi bir yaban kısrağı gibi öfkeli. bazen çok incinip susuyorlar. itiraz etmek gelmiyor içlerinden, sadece denileni yapıyorlar kaderlerine razı gelirmişçesine. bir çığlıktı yalnızlığım, hepiniz mi sağırdınız sözünü okuyorlar, kendi kendilerine gözleri doluyor.

şu kadınlar da ne anlaşılmaz varlıklar canım. çok sevilmek, çok güvenmek  istiyorlar. ütopyalardan vazgeçemediler gitti...

sonunda sordukları soru aynı oluyor.

ben yine ölmeyi nasıl başardım?

1 Mayıs 2014 Perşembe

bir küçük kız çocuğu

içinde küçük bir kız çocuğunun o hassas, narin, kırılgan ve masum kalbini taşıyorsun. yaşın neredeyse 25 olmuş. insanların deyimiyle "büyümüş serpilmiş"sin, çekicisin, insanların hayalleri filan var seninle birlikte olmak üzerine. sen sadece güvenmek istiyorsun.

sana çok yalan söylemişler. insanlara iyilik yap, onları mutlu et, sen de mutlu olursun demişler. insanlar iyilik yaparlar demişler. sen sev, sevdiğin kadar sevilirsin demişler şiirlerde bile. oysa hiç de öyle olmamış. kalkıp deniz kenarına gitmiş, huzuru orda aramışsın, denize attığın iyiliklerle barışmak istercesine. hep gel demişler sana. hep birşeyler istemişler. hep beklemişler. iyi olmanı, mutlu etmeni, anlayış göstermeni, büyümeni, olgunlaşmanı... hep "ver" demişler. hiçkimse "gelmemiş". sen ise hep beklemişsin çocukluğundaki "sen ağlarsan ben de dizimi kanatırım beraber ağlarız" masumiyetini.

çok düşmüşsün, dizlerin, ellerin hep yara içinde kalmış. öpen kimse olmamış, öpünce de geçmemiş zaten. annen sana neden yalan söyledi? baban, evde bir vazo kırıldı diye sana hep bağırmış. hani hiçbir şey senden önemli değildi? baban neden yalan söylemiş ki?

sonra inanmışsın, küçük bir aşk büyütmüşsün içinde. can yücel yalanlarına inanmışsın. "sevdiğin kadar sevilirsin" demişsin, gerçekler hiç de öyle olmamış. şairler bize neden yalan söyledi? neden hep sevdiklerimiz yalan söylüyor diye düşündüğünde aslında sevmemen gerektiğini anlıyorsun. peki sevmemen mümkün mü? hep içinde bi yerde sevilmek istemenin sebebi neydi? insanların seni sevmesi seni mutlu edecek mi? sevilmek güzel bişey mi?

sorular soruyor o küçük kız çocuğu sana değil mi? zaten çocuklar hep sorar. bıkmadan usanmadan sürekli sorarlar. sen ise cevap bulamazsın. daha kendi içindeki çocuğun sorularını bile cevaplayamıyorsun. ne işe yarıyorsun ki şu dünyada acaba?

ailen sen daha 5-6 yaşındayken hep "kocaman kız oldun artık" demiyor muydu? çocuk olmana hiç izin verilmeyen bir dünyada yaşadığını yeni anlıyorsun. neden mutsuzsun? ileride anne olmaktan korkuyorsun. "onlar" gibi olacaksın istemesen de, biliyorsun. bir çocuğu yalanlarla büyütüp buna da sevgi adını vermek sana göre olmadı hiçbir zaman.

"insan" adı verilen canlılardan kaçmak istiyorsun. sadece yazmak, yazdıkça daha çok yazmak, sonra eline flüdünü alıp doğaçlama içindeki bütün sıkıntıları akıtmak istiyorsun. yapamıyorsun, yine. seni anlamayacaklar. yargılamakta üstlerine yok değil mi?

rakı masasında olman neden gerekli? sen, rakın, yalnızlığın, notaların, yazıların. ne kadar tuhaf. rakını bile başka insanlar üretiyor. ne kadar kaçarsan kaç, yine de muhtaçsın o insanlara. hayat keşke bu kadar muhtaçlığımı yüzüme vurmasaydı.

"güven" nedir? insan güvenebilir mi? insanlara güvenilebilir mi? sana güvendiğin kişiler hep yalan söylemedi mi?

"nefret" ne peki? hiçbir şey hissetmemek nefret etmek midir? üzülemiyorsun bile. öylece bıraktın artık her şeyi. kendini, nefesini, suyun altındasın. kendini neden bu kadar öldürmek istiyorsun ki? gözlerinin önüne gelen o kabusu anlatsana biraz. insanların seni nasıl zorladığını. kadın olduğun için sadece seks malzemesi olduğunu. anlat hadi? anlayabilecekler mi?

zor. hele ki erkeklere anlatıyorsan, imkanı yok. zaten güvenmeye o kadar açsın ki, güvenin kırıldığında ne hissettiğini anlatman çok zor. sevgilinle bile yalnız kaldığında "bana ne yapacaksın"  diye düşünmek, ne hissettiğini anlatabilmek çok fazla zor senin için.

hayal kırıklığına alışkınsın. güvenmemeye de. güveninin kırılması? hayır, buna alışkın değilsin. çünkü zaten güvenmiyordun hiçkimseye. istesen de güvenemiyordun. "atlattım, iyiyim ben" dediğin olayların senin kişiliğini nasıl değiştirdiğini kimseye anlatamıyordun çünkü. zaten anlamıyorlardı da, anlatmaya ne gerek vardı ki?

seni dinleyecek kimse olmadığı için mi yazıyorsun? neden aynanın karşısında konuşuyorsun kendinle? seni en iyi anlayabilecek kişi sen olduğun için mi? canın artık yanmıyor. üstünden günler geçti... artık hissetmiyorsun. kabuk mu bağlıyor? seversin sen o kabukları kaldırıp canının yanmasını. hadi bırak, kanasın işte. belki ağlatabilir seni, belki içini döker ağlarsın.

yapamadın değil mi? biliyordum, yapamayacaksın. o kadar uzun zamandır "güçlü, anlayışlı, çelik gibi sağlam sinirleri olan, üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey olmayan" bir "kadın"ı oynuyorsun ki, o küçük kız çocuğunu küstürdün, farkındasın.

elinden tut, pamuk şeker yedir, lunaparka filan götür onu. ama yapmayacaksın. içinden gelmiyor. mutluluk neden sadece birkaç gün, birkaç saniye filan sürüyor ki? neden onu hep elinden sevdiklerin alıyor?

arkanda sadece "gidiyorum, hoşçakalın" yazılı bir not bırakıp, en sevdiğin hiçbir şeyi yanına almadan bir otobüse binip herhangi bir yere gidesin var senin yine? rahatlayacak mısın? hayır. kendinden kurtulamadığın sürece rahatlaman imkansız.

seni seviyor değil mi? bırak, sevsin. belki "öpünce" geçer. sen şimdi yine "unutmaya çalış bütün olanları", bırak kalbini kırsınlar, belki "öpünce" geçer. belki yalan söylememişlerdir. hala buna inanmak istiyorsun değil mi?

gözlerini kapat. odaklanamadığında aklında yine aynı soru olacak.

"ben yine ölmeyi nasıl başardım?"